24 Haziran 2016 Cuma

Ayşe Akaltun- Hüzünlü Kadınları Seviniz


Seni yavaş yavaş öldürdüğünü düşündüğün bir odadan çıkıyorsun daha hızlı öldüren başka bir odaya giriyorsun. Eşyalar değişiyor, pencereden gördüğün sokak değişiyor, üstüne sinen kokular değişiyor ama hep bir odada kalıyorsun.






Güzelsin, gerçekten güzelsin.
Sen bakma içine doldurdukları çirkinliklere. Sessizliğin güzel. Susarak anlattıkların güzel. Kulağımı dayadığım döşemeden senin sessizliğin yukarıya yükselsin diye bekliyorum. Ah desen yıkılacak her şey. Odalar, alt katlar, üst katlar, çirkinlikler. Ah desen bırakacağım çentik atmayı. Senin daha vaktin var çirkinleşmek için. Bazılarımız elek gibiyizdir, yukarıdan dolar çirkinlikler aşağıdan akar gider. Büyük parçalar takılır kalır sadece. Ben bir kova gibiyim, hep öyleydim. Doldukça doldu. Taşıyorum artık ama ne işe yarar. Doldum bir kere.
Hayat çirkin.






Hayır, tutma beni, alışığım ben kenarlarda köşelerde yürümeye.







Anıların da tadı var. Tarif edilemeyecek, başka hiçbir zaman karşınıza çıkmayacak bir tat. O zamanda, o yaşta olmazsa asla aynı hissi vermeyecek bir tat. Aklınıza geldikçe dişlerimizin kamaştığı bir tat.





Burası dünya, tekin bir yer değildir
Çekip gitmekle gitmemek arası





Sevmek böyle bir şey miydi? İki kişi bütün geç kalmışlıklarını arkada bırakıp, birlikte geç kalacakları yeni şeyler mi buluyordu?






Sürekli yetişmem gereken bir yerin, geç kalmışlığın ağırlığını taşıyordum. Neye ya da nereye yetişmem gerektiğini bilmeden. Yaşamaya, gezmeye, yeni insanlara, yeni kitaplara, yeni sokaklara, yeni aşklara gecikiyordum sürekli, ya da ölmeye.






Bağırmaya alışıyorsunuz da susmaya alışamıyorsunuz.









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder