5 Eylül 2015 Cumartesi

Mılan Kundera- Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği


Raslantıların, sadece raslantıların söyleyecek bir sözü vardır bize. Gereklilikten doğan, olmasını beklediğimiz, günbegün yinelenen her şey dilsizdir. Sadece rastlantı bir şeyler söyler bize. Onun diyeceklerini çingenelerin kahve falı bakması gibi karineyle çıkarırız.






Hüzün son duraktayız demekti.
Mutluluk birlikteyiz demekti.
Hüzün biçimdi, mutluluk içerik.
Mutluluk hüznün uzamını dolduruyordu.







"Ne yapayım istiyorsun senin için?"
"Yaşlanmanı istiyorum, On yıl daha yaşlı olmanı. Yirmi yıl daha!"
Demek istediği şuydu: Güçsüz olmanı istiyorum. Benim kadar güçsüz.







"Yüzeyde anlaşılabilir bir yalan; altında aklın alamayacağı bir gerçek."







Ama güçlüler güçsüzleri incitemeyecek kadar güçsüz olunca, güçsüzler çekip gidecek kadar güçlü olmak zorundaydılar.







Babasının evi terk ettiği gün, Franz'la annesi birlikte kente indiler ve evden çıkarlarken Franz annesinin bir ayağına başka pabuç giymiş olduğunu fark etti. Ne yapacağını şaşırmıştı, yaptığı yanlışlığa dikkatini çekmek istiyor, ama bir yandan da annesini incitmekten korkuyordu. İşte bu yüzden, kentte birlikte yürüdükleri süre boyunca gözlerini annesinin ayaklarından ayıramadı. Acı çekmenin ne demek olduğunu ucundan kıyısından ilk sezişi böyle oldu.







Gürültünün iyi bir yanı var. Sözcükleri boğuyor.







Gözleri kapalı adam, adam enkazıdır.







Sabina'nın dramı ağırlığın değil, hafifliğin dramıydı. Onun payına düşen yük değil, varolmanın dayanılmaz hafifliğiydi.







Baş döndürecek kadar birbirine yakın ha? Yaklaşıklık, yakınlık baş dönmesine yol açar mı ki?
Açabilir. Kuzey kutbu, güney kutbuna değecek kadar yaklaşırsa, yeryüzü kaybolur ve insanoğlu kendini başını döndüren bir boşlukta bulur, düşer.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder