7 Temmuz 2014 Pazartesi

Hakan Günday- Az



Diyebilirsin ki, insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Haklısın. Belki de çok az... O zaman şöyle demeliyim: Seni az tanıyorum... Az...
Sen de fark ettin mi? Az, dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir afabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi...
Bu yüzden, belki de, az çoktan fazladır. Belki de az, hayat ve ölüm kadardır! Belki de, seni az tanıyorum, demek, seni kendimden çok biliyorum, demektir. Bilmesem de, öğrenmek için her şeyi yaparım, demektir.Belki de az, her şey demektir. Ve belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir...






Çünkü dünyanın en çabuk geçen, geçer geçmez de en hızlı yakalanılan hastalığına sahipti: Umut.





Oysa unutmak istiyordu. Unutmanın en kolay yolunu da anlatmak sanıyordu.






Manzaradan değildi cam kenarını sevmesi. Yanında bir insanın az olması demekti. Öğreniyordu Derda. Ne kadar az, o kadar iyi!







Bu hayatta kimseye hiçbir şeyi tam olarak anlatamayacağını anlamıştı. Birileri için ölüm kalım meselesi olan, diğerinin gözünde toz kadardı.






Sana yemin ediyorum. Her neredeysen gelip seni bulacağım. Eğer öldüysen, peşinden koşacağım. Ölümden sonra hayat yoksa da, sana kavuşmak için, onu yaratacağım.
Çünkü sana aşığım.





Ama dediği gibi, ölene kadar oradaydı. Hatta öldükten sonra bile... Orada... Daima... Gökyüzü ya da başka boyutların görünmez katmanında, yan yana, iç içe, iyilik ve adı konmamış bir huzurla harçlanmış biçimde... Bilmekten öte hissetmekle gidilen bir yerde.







Belki de hayat, yanlış anlayınca güzeldi. Sadece yanlış anlayınca. Ama her şeyi...






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder