Kalplerimizde bazı illetler vardır ki vücudun tamamıyla ensicesine hulül etmedikten sonra keşfolunamayan hafi emraza mahsus bir nüfuz hıyanetiyle kendisini göstermeden, tahriblerini haber vermeden derüni bir yangın dumansızlığıyla yanar, yanar; bu bir ateştir ki mahiyetini bilmeyiz, vücudundan haber almayız; o yavaş yavaş, vazifesinden emin, devam eder; nihayet bir gün birden bire, bir hiç, bir dakikalık bir vukuf bize gösterir ki kalbimizde bir yangın var. Nedir? Nereden tevellüd etmiştir? Bir yangın nasıl serseri bir rüzgarın kanatlarıyla düşerek orasını tutuşturmuştur bilemeyiz.
"Bilseniz, bilseniz" diyordu, "sizde bir şey var ki insanı çılgınlıklar yapmaya sevk ediyor."
Sevmek, sevmek istiyordu. Hayatında yalnız bu eksikti; fakat hayatta her şey bundan ibaretti: Sevmek, evet, bütün saadet yalnız bununla istihsal edilebilirdi. Küçük, sefil, üryan bir oda, demir bir yatak, beyaz perdeler, iki hasır iskemle, işte yalnız bu kadarcıkla fakir bir muaşaka hücresi; fakat sevmek, yarabbi! sevmek istiyordu, hummalar içinde mecnunca bir aşk ile sevecek ve mesut olacaktı. İşte şimdi bu mutantan odanın servetleri içinde siyah mermerlerle örülmüş bir mezarda diri diri medfun gibiydi.. Nefes alamıyor, boğuluyordu; bu mezardan çıkmak, yaşamak, sevmek istiyordu.
Beraber, hep beraber, yaşarken ve ölürken...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder